Bölüm 1

125 8 1
                                    



Her gün aynı yolda yürüyorum, seviyorum bu iki yanı ağaçlarla kaplı yolu. Bana başka bir evrendeymişim hissi veriyor, mavisi daha mavi, yeşili daha yeşil bir evren, zamanın değiştirmediği, insanların tüketmediği bir evren!

Hep bir şeyler düşünüyorum bu yolda yürürken, genellikle de köşeme yazılan mektup karakterleri oluyor bu düşüncelerimi kaplayan. Her bir karakterin ayrı bir öyküsü var gelen mektupların içeriğinde. Bazen öyleleri ile karşılaşıyorum ki hayretler içinde kalıyorum. Yok artık bundan fazlası olmaz dediğim anda pat bir başkası söylediğim tezi çürütüyor otomatikman. Zamanımın büyük bir kısmını onları tasnif etmekle geçiriyorum. Bazıları var ki bağımlılık yaptı bünyemde adeta, bir hafta gelmese gözlerim gelen kargolarda kalıyor. Kargo mu? Diyeceksiniz muhtemelen. Evet kargo, ne sanıyorsunuz ki mektupları hala postacılar mı taşıyor sanıyorsunuz? Eğer öyle ise yanılıyorsunuz, çünkü Ptt özelleştiğinden bu yana mektuplar kargocularla ulaşıyor artık, hal böyle olunca da ne bir posta pulu oluyor zarfın üzerinde, ne de onca mektubun üzerine sinmiş kokusu. Öyle ki ne çok mektubum kayboldu bu Ptt alışkanlığı yüzünden bir bilseniz eminim en az benim kadar üzülürdünüz..

Ohoo böyle düşüncelere dalınca da işte zaman kavramını unutuyorum. Yahu neredeyse otobüsü kaçıracağım biraz acele etmem lazım. Hadi kızım Bilge biraz daha hızlan tabana kuvvet, geç kalırsan maazallah sonra çek dur yazı işleri müdürünün afra tafralarını. "Zaten yarım gün çalışıyorsunuz ofiste, bir de üzerine geç mi kalıyorsunuz?" diye başlayacak yine ve ben kaldıracak modda hiç değilim bugün. Tüm melankolikliğim üzerimde, zira Ayça'nın mektubunu okurken hayli duygulu anlar yaşadım bugün. Ne naif bir karakterdir halbuki Ayça, bir insan düşününki en büyük hayali sevdiği adamla herhangi bir kırsal alanda piknik yapmak olsun. Düşünemediniz mi? Komik geldi muhtemelen ama doğru! Bu Ayça'nın en büyük hayallerinden biriymiş, ona hayallerinden bahset bana dememeliydim belki de, bir gün bu soruyu sorduğuma pişman olacağımı hiç düşünmezdim doğrusu..

İyi ki bugünkü tasnifim uzun sürmedi yoksa dergiye gerçekten yetişemezdim. Bazen öyle oluyor ki hepsi sözleşmiş gibi aynı zamana denk getiriyorlar mektuplarını. Ve benim açımdan içinden çıkılamaz bir hal alıyor bu durum. Tamam belki hepsine cevap yazmıyorum ama belli başlı emektar mektup dostlarıma muhakkak cevap yazarım. E ne var ki bunda demeyin hemen, sayıları o kadar da azımsanacak gibi değil! Neyse, otobüs de geliyor işte bir an önce dergiye gideyim de yazımı baskıya hazırlayayım. Gerçi elimde olsa bu otobüs yolculuklarını biraz daha uzatırdım, çünkü bana göre en verimli kitap okuma seansları otobüste geçirilen zamanda oluyor. Bazen öyle dalıyorum ki kitaba çoğu zaman birkaç durak ileride inip yürümek zorunda kalıyorum. Gülü seviyorsanız, dikenine de katlanırsınız tabi şikayet ettiğimi düşünmeyin hemen..

Ah bir bakayım boş yer varsa arkalarda süper olacak, malumunuz ayakta kitap okumak hayli zor oluyor. Gerçi otururken de zorlukları var ama artık alıştık bu durumlara. Hazır aklıma gelmişken bunu bir örnekle pekiştirelim hemen; mesela geçenler de bir amcanın yan koltuğuna oturmuştum, oturur oturmaz da kitabımı aldım elime tabi Mine Urgan'ın Deli Kadın Hikayelerini okuyorum o gün de, ben tabi kitabın içinde kaybolmuş giderken bir anlığına amcanın surat ifadesi takıldı gözüme. Garibim öyle korkmuş, öyle ürkek bir hali vardı ki görmenizi isterdim doğrusu. Okuyanlar bilirler, kitabın kapak ve iç sayfalarında ki hikayelere uygun çizilmiş kadın resimleri, korku filmlerinden fırlamış karakterler gibidir. Gerçi kitap adının hakkını veriyor, gerçekten okuduğunuz her hikayede bir ürperti hissi gelip çörekleniyor üzerinize, lakin yine de başınızı kaldırıp kapatamıyorsunuz kitabı. Sanırım amca da hem kitabın isminden, hem de kaçamak attığı bakışlarla gördüğü resimlerin etkisiyle olacak ki bir ürkek bir hale bürünmüştü. Bir ara korkma amca bunlar gerçek değil hepsi hayali karakter diyesim geldiyse de sonradan vazgeçtim, nasıl olsa söylediğimden bir halt anlamayacaktı ben de üstünde durmadım..

Bugün durağı kaçırmamam gerekiyor o yüzden okumayı bir önceki durakta bitirmeliyim ki dergiye vaktinde yetişebileyim. Gerçi Stefan okurken bu nasıl mümkün olacak tabi bilemiyorum ama deneyeceğim işte. Bazen gün=24 saat yetmiyor bana, benim gibi yapacaklarına günü yetiremeyen birileri daha var mıdır bilemiyorum. Kafamda oluşan günlük rutinimi hep eksiyle kapatırım, çünkü hep bir şeyleri eksik yapmak zorunda kalırım. Hiç bir şeyi yetiştiremiyormuşum hissi her daim ensemdeymiş gibi olur böyle zamanlarda. Yahu derim o zaman bir bana mı yetmiyor bu 24 saat. Hayır niye her seferinde ben feragat etmek zorunda kalıyorum ki anlamıyorum..

Neyse, işte ineceğim durağın bir durak öncesindeyiz kapatalım artık kitabımızı da rotamız şaşmasın. Hazır kitabı kapatmışken o çok sevdiğim yurdum insanı analizi yapalım inene kadar. Mesela şu kadın, nasıl da düşünceli kim bilir ne var aklında, belki de çok mutsuzdur, belki de hayat hiçbir beklentisini karşılamamıştır. Ya da belki sevgisizliktir bu halinin sebebi, verdiği değerin karşılığını alamamıştır sevdiğinden. Tutunacak dallarını kırmışlardır belki de tam orta yerinden güvendikleri, telafisi mümkün olmayan yaralar açmıştır belki de sevdikleri kalbinde. Gidip tanıştırsam mı acaba kendimi? Ne diyeceğim ki, merhaba ben Bilge bir dergi de mektup köşesi yazıyorum bana mektup yazmak ister misiniz? Diye mi sorayım şimdi kadına durduk yere. Belki de düşüncelerimi çürütecek bir mevzudur kadının bu haline sebep olan mesele, ya o zaman komik duruma düşürmüş olmaz mıyım kendimi? Kafamda deli sorular.. 

Mektup'tan Hayatlar..Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin